TÖP Sözcüler Kurulu üyesi Juliana Gözen: Mücadeleyi bırakın seçim ittifakı bile olamadık

İSTANBUL – Sol-sosyalist belediyecilik neden bir alternatif olarak yaygınlaşamıyor, sol, sosyalist örgütler yerel seçim öncesi tartışmalarda neden anlaşamadı, farklılıklar neydi? Bu sorulara yanıt bulmak için başladığımız yazı dizisinin ilk yedi bölümünde Emek Partisi Genel Başkanı Seyit Aslan, Türkiye Komünist Partisi (TKP) Genel Sekreteri Kemal Okuyan, Türkiye Komünist Hareketi (TKH) Genel Başkanı Aysel Tekerek, Sol Parti Sözcüsü Önder İşleyen, TİP MYK üyesi Yunus Başaran ve DEM Parti Yerel Yönetimlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Rüştü Tiryaki, Emekçi Hareket Partisi Genel Başkanı Hakan Öztürk ile konuştuk. Bugün ise Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP) Sözcüler Kurulu üyesi Juliana Gözen görüşlerini anlatacak.

‘PROGRAM DIŞLANDI, İSİM TARTIŞILIYOR’

Yerel seçime giden süreç, program ve siyasetten çok isimlerin konuşulduğu bir düzleme oturtuldu. Özellikle sol, sosyalist ve demokratik örgütlenmelerin tartışmalarında ağırlıkla aday isimleri öne çıktı. AK Parti ve CHP’nin dışında toplumcu belediyeciliğin mümkün kılınabilmesi için tepilmiş bir ‘fırsat’ var gibi görünüyor. Ne dersiniz?

14-28 Mayıs seçim sürecinde, toplumda Erdoğan’dan kurtulma hedefinin yarattığı sinerji güçlense de sözümona muhalefet eden düzen partilerinin bu halkçı demokratik sinerjiyi boşaltan işlevi yeniden gerçekleşti. Bu açmazı delip geçen üçüncü bir seçenek, yani sol-sosyalist-demokrat-yurtsever bir cephe güçlü bir biçimde günümüzde de hala örgütlenmediği için şu an yerel seçimlere acilen gerekli olan siyaset ve program tartışmalarını dışlayan isim tartışmalarının çokça konuşulduğu bir havada gidiyoruz.

6 Şubat, hem deprem bölgesinde hayatta kalabilen yurttaşlar açısından hem de depremi doğrudan yaşamasalar da içlerinde hisseden halkımız açısından önemli kırılma yarattı. Neoliberal devletin afeti felakete çevirmesi, daha da ötesinde felaketten fırsat yaratmaya çalışmasıyla her şeyiyle açıkça yaşanan ve derinliğiyle bilinçlerde kırılma yaratan bir tarih oldu. Sosyalistler ise kendilerine yakışanı yaptı ve sistemin acımasız ve canice dayatmasının tam karşısında halkın yaralarını birlikte sarma pratiğine boylu boyunca girdi. Şüphesiz bu sadece bir dayanışma pratiği değil aynı zamanda halkın özneleşmesini hedefleyen bir pratikti. Halkla kaynaşan ve halkla birlikte özneleşen bu konumlanmayı 14-28 Mayıs seçimlerinde faşistleşen iktidar ve düzen partilerinin karşısında birlikte hareket eden ve güç odağı oluşturabilen bir siyasal odak biçiminde çıkartabilseydik, ki siyasal öncülük tam da böylesi bir tutumu dayatıyordu, eminiz ki şu an çok başka bir yerel seçim atmosferinde olurduk. Fırsat tepmeyse eğer her şeyden önce bunu vurgulamamız gerekir.

‘KÜÇÜK DÜKKÂN HESAPLARI’

Şimdi yaşadığımız kaderimiz değildi, çok farklı bir seçim atmosferi yaşayabilirdik. Bunun temel koşulu ise, deprem sonrası süreçte halkla kaynaşıp itibar kazanan halkçı güçlerin ortak bir siyasal irade oluşturmasıydı. Ancak, böyle bir çaba olmadığı gibi neredeyse inisiyatif kaybetmeyi hedefleyen özel bir çaba içerisine de girildi. Bitmek bilmeyen ‘küçük dükkân’ hesapları, halkçı ittifaklar yerine rekabetçi ve parçalı tablo yarattı. Elbette her şey bitti diyemeyiz, ama sol güçlerin basiretsiz rekabetçilikleri bahsettiğiniz fırsatın ortaya çıkarma koşullarını büyük oranda yok etti. Mayıstan bu yana halkın yaşadığı sorunlar daha da ağırlaştı; ekmek ufaldı, patronlar iktidardan aldığı destekle daha da saldırganlaştı, ülkenin tüm kaynaklarına yağma saldırısı azgınlaştı. Tren kaçtı, tüm tablo artık iktidar tarafından belirleniyor demiyoruz elbette. Tam tersine toplumun geniş kesimlerinin sorunları daha yakıcı hisseder olması, kopuş için önemli bir zemin sağlıyor, fakat bu kopuş ancak bir alternatif gücün ortaya çıkması ile mümkün.

‘MÜCADELEYİ BIRAKIN SEÇİM İTTİFAKI BİLE OLAMADIK’

Sizin de bileşeni olduğunuz Emek ve Özgürlük İttifakı Mayıs 2023 seçimlerinden sonra dağılmış görünüyor. İttifak partileri, çeşitli yerlerde ittifak dışında hareket etmeyi tercih etti. Oysa ittifakın seçimlerle sınırlı olmadığı defaatle kamuoyuna anlatılmıştı, ittifakın bütünlüklü olarak yola devam edememesinin politik arka planı ne?

Başarısızlık değerlendirmesi yapabilmek için ciddi bir çaba, deneme, gayret etme sürecinin yaşanması gerekir. Denersiniz ve bunun sonucunda başarısız olursunuz. Emek ve Özgürlük İttifakı olarak böylesi bir deneme ve başarısız olma süreci bile geçirmedik ki! Öncelikle bunu söyleyeyim. Kendini faşistleşen iktidara karşı bir mücadele ittifakı olarak ilan eden bu çıkış, daha derin bir içeriği ima eden mücadele ittifakını bırakın ne yazık ki seçim ittifakı bile olamadı. Olamadık. Seçimler, mücadelenin içinde mevzileri güçlendirmek için değerlendirilmesi gereken bir ‘an’dı, hep birlikte değerlendiremedik. Üstelik yine ne yazık ki ittifakın tüm bileşenleriyle ortak bir değerlendirme bile yapamadık. Açık ki basiretsiz bir durum hepimiz açımızdan. Partimiz açısından Emek ve Özgürlük İttifakı, bugünkü yan yana gelişten öte bir anlama sahip. İşçi sınıfı devrimcileri ve demokratik-halkçı toplumsal güçlerle ile Kürt halkının özgürlük mücadelesinin yan yana gelişi iktidarın faşizme yürüyüşünün karşısında ciddi bir barajı örgütleyebilir, dolayısıyla bu yan yana geliş tercihten öte bir zorunluluk bizim açımızdan.

‘BAŞKA HESAPLAR ÖNCELENİYOR’

Diğer dostlarımızın belli ki öncelikleri bu değerlendirmeden belirlenmiyor, belli ki başka hesaplar önceleniyor. Ancak bu yan yana geliş bir güç olarak kendini açığa çıkartmadığı her gün ülkedeki tablo emekçi halklarımız açısından daha da ağırlaşıyor. Emek ve Özgürlük İttifakı bizim için iyi niyetli bir yan yana geliş, bir tercih ya da ‘olsa iyi olur’ diyebileceğimiz bir tutum değil, dönemin siyasal stratejisidir. Bu ittifak içinde yer alan ve yer almayan, yer alması gereken tüm muhatapları bugün olmasa da yarın bu ittifakı kurmak zorundadır. Bu nesnellikle ilgili bir stratejik duruştur. Yola şimdilik devam edilememesinin en büyük nedeni siyasal gerçekliğin tam olarak kavranıp ciddiye alınamamasıdır. Bir mücadele ittifakı olarak Emek ve Özgürlük İttifakı, radikal siyasal değişimin anahtarıdır.

‘TİP KENDİ ADAYINI DAYATTI’

Hatay’da da benzer bir ittifak süreci işledi. Ancak sosyalist partiler sonuç olarak ayrı adaylar çıkardı. ‘Defne için sol ittifak’ geçtiğimiz haftalarda bir bildiri yayınlayarak TİP’in süreçteki tavrını eleştirdi. Defnelilerin seçeneksiz olmadığını söylediniz. Nasıl bir yol izleyeceksiniz?

Halka karşı sorumluluk, deprem bölgesinde her saniye kendini çok daha ağır hissettiriyor. Defne’de uzun zaman önce başlayan sosyalistlerin yan yana gelişi, toplantı ve ortak bir çalıştay ile devam etti. Ne zaman ki adayların isimleri belirlenen ilkeler kapsamında tartışılmaya başlandı, işler orada karıştı. TİP, ilçede yaptığı anket ve eğilim yoklamalarının sonucunda olduğunu söylediği ama aslında önceden belirlediği anlaşılan adayı ittifaka dayattı, üstelik bunu ittifakı da oyalayan bir biçimde gerçekleştirdi. TİP, kendisiyle ittifak yaptığını düşünen siyasal güçleri, önceden sonucunu kendisinin zaten saptamış olduğu bir sürecin içinde oyaladı.

Velhasıl aday çıkartmak sanırım şu tartışmalar içerisinde en kolay olan aşamaydı. Önemli olan hangi programı ve ilkeleri öne çıkartacağımızdı. TİP’ten kopuşma sonrasında Defne ittifakında kalan güçler, depremde acısını yaşayamadan kendini mücadele etmenin içinde bulan Defne halkına sorumluluk hissettiği için mevcut parçalılığın içerisinde yeni bir aday çıkartmadı. Fakat bu siyasetsiz olunduğu anlamına gelmez. Kendi adımıza ve ittifaktaki devrimci güçlerle, 6 Şubat’tan beri halkın özneleşme mücadelesini sürdürdüğümüz Defne’de çağrımız ‘halk meclislerinde birleşmek’ olacak. Halkın siyaset sahnesinden uzaklaştırılmasına karşı mahallelerden başlamak üzere denetleyici mekanizmalar kurmaya yoğunlaşacağız. Öte yandan Defne ve büyükşehirde ortaklaşma mümkün olmadı, ama Samandağ’da biz ve TİP dâhil tüm bileşenlerin özel çabasıyla bu amaçla yürüyen bir çalışmamız var.

Hatay ve ilçesi Defne’de ya da diğer ilçelerde 31 Mart’ta ‘değişim’ sizce mümkün mü?

Yönetenler elbette değişebilir, sandıkta böyle yönelimler olur, olacaktır. Daha iyi yöneticiler ya da daha kötü yöneticiler yerel yönetimlere seçileceklerdir. Bizim değişimden anladığımız bu değil. Biz yönetime katılım, yönetimi denetleme, neoliberal kent yağması yerine halkın esas çıkarlarını alan ve doğayla da barışık bir yönetim modeli tartışan, demokratik ve katılımcı bir yönetimi hayata geçirdiğimizde asıl değişim olacaktır. Bu değişim süreci ise bugünden yarına hemen hayata geçecek bir şey değildir. Özel siyasal bir program, çaba, emek ve sabır gerektirir. Bu zorlu süreci gerçekleştirmeliyiz.

‘İKTİDAR SERMAYE, TARİKAT-CEMAAT ÜÇGENİNİ DAHA DERİNDEN BESLEMEK İSTİYOR’

Yerel seçim artık sadece yerel seçim değil. Yani belediye kazanmanın ötesine taşan bir seçimden söz ediliyor. Yoksulluğun arttığı, yaşamın yoksullar açısından zorlaştığı Türkiye’de size göre yerel seçimler nasıl bir öneme sahip?

İktidar cephesinde adeta genel seçim havasında giden yerel seçim havası yaşanıyor. Merkezi aygıtta topladığı gücü, belediyelerin imkanlarıyla rant çemberinden geçirip yandaş sermaye-tarikat-cemaat üçgenini daha derinden besleyecek bir sonuca ulaştırmayı hedefliyorlar.

Gerçekte ise kentin kaynaklarını sermaye birikimini arttırmak için mi yoksa halk için mi kullanacağız; kent hizmetleri halkın yararına nasıl örgütlenecek, iklim krizine karşı yerelden neleri nasıl hayata geçireceğiz, deprem ve diğer afetlere karşı nasıl mücadele edeceğiz, barınma sorunlarına ilişkin yerelden hangi adımları atacağız? İşte, yerel seçim aslında bu sorular ve daha fazlasını cevaplandırıp hayata geçirebileceğimiz önemli bir imkân sağlıyor. Bugün bu soruları halkın ihtiyaç ve talepleri doğrultusunda cevaplandırabilmek, faşist iktidar ve sermaye güçlerinin karşısında gerçek mevziler kazanmak anlamını taşıyor.

Sosyalist belediyecilik ya da komünist belediyecilik kavramlarını mülkiyet ilişkilerinin devam ettiği koşullarda kullanmak pek de doğru değil. Ama halkçı belediyecilik pratikleriyle sermaye diktasının yaşamlarını cehenneme çevirdiği geniş halk yığınlarının yaşadığı krizin etkilerini hafifletmek ve bunu halkın özneleştiği bir süreçle iç içe geçirerek yapmak mümkün. Sadaka falan değil, halkın kendi bütçesiyle. Halkın kendi bütçesi halkın yararına kullanılabilir. Ulaşım ve istihdam sorunlarına çözümler üretilebilir, üretim kooperatifleri hayata geçirilebilir, hatta kimi sağlık ve önleyici sağlık hizmetleri verilebilir. Hatta günlük yaşamın insanı hiçleştiren rutinine karşı sanat ve kültür faaliyetlerine aktif katılım sağlanabilir.

‘SEÇİMLERİ MEVZİLERİMİZİ GÜÇLENDİRMENİN ARACI OLARAK GÖRÜYORUZ’

TÖP, yerel seçimleri aktüel tartışmalar ve gelişmeler neticesinde nasıl ele alıyor?

Seçimleri mevzilerimizi güçlendirmenin bir aracı olarak görüyoruz. Milyonların yaşadığı derin krizlere karşı tepkisinin de dile geldiği bir dönemde gerçekleşiyor seçimler. Daha da ileriye gidersek, halkın bir kısmı arayış halinde. Bu arayışlara siyasal cevaplar verebilecek, arayışları siyasal programlarla buluşturabilecek imkânlar var. Bu imkânları kullanma fırsatımızı değerlendireceğiz. Kriz, felaketler, sosyal çöküntü, siyasal rejimin adım adım faşizme yürüyüşü… Tüm bu olgular çok farklı bir seçim atmosferi yaratıyor. Seçimleri seçim olmanın ötesine taşıyor. Seçim sürecinin kendisi rejimin tahkimine dönüşüyor. Burada başka bir odak yaratmak zorundayız.

‘İSTANBUL’DA DEM PARTİ’Yİ DESTEKLEYECEĞİZ’

En büyük rekabetin olduğu İstanbul’da iktidar partisinin de ana muhalefetin de önem verdiği İstanbul’da TÖP olarak kimi destekleyeceksiniz?

Büyükşehirde müttefikimiz DEM Parti’nin adaylarını destekleyeceğiz. Uzlaşının sağlandığı ilçelerde uzlaşıya biz de uyacağız. DEM Parti ile CHP arasında Ekrem İmamoğlu üzerinde bir uzlaşı olursa, iktidardaki koalisyonun geriletilmesi adına bunu değerlendirebiliriz.

TÖP yerel yönetim anlayışını nasıl açıklar, bunun gerçekleşmesi için hangi siyasal çalışmayı öne koyuyorsunuz?

Biz var olan despotik rejimin yerine halkçı bir demokratik cumhuriyetin halk tarafından kurulması için mücadele ediyoruz. Demokratik cumhuriyet, halkın irili ufaklı meclisler yoluyla örgütlendiği ve yönetime meclisler aracılığıyla bizzat katıldığı, kendisini kendi ihtiyaçları doğrultusunda örgütleyip yönettiği, sermayeyi kuşatıp etki alanını daraltan ve tasfiye etmeyi hedefleyen bir cumhuriyet! Bunu açmamın sebebi, yerel yönetim anlayışımızı da bu tahayyül çerçevesinde kurguladığımızın daha iyi anlaşılması içindir. Bugünün koşulları içinde yerel yönetimleri kazanarak belki sistemi değiştiremezsiniz ama siyasal tahayyülleriniz için mevziler kazanır, tahayyüllerinize adım atma fırsatı yakalayabilirsiniz. Siyasal projenizi gerçeklikle sınayabilir, onu halkla buluşturma fırsatları yakalayabilirsiniz.

Bir yandan açlığa mahkûm ettiği işçilerden rıza alacak, ama diğer yandan da yereldeki kamusal kaynakları ihalelerle kendi ayak takımına, çetelere, cemaatlere akıtacak. Yasal dayanak olmaksızın sadece idari kararlarla yapılan sosyal yardımlardan faydalanan hane sayısı 2022’de 4.4 milyona yükselmiş. Halka “Erdoğan sayesinde bu yardımları alabiliyorsun” deniliyor ve açlığa mahkûm ettiği halkı kendine bağımlı kılıyor. 4.4 milyona devlet memuru olan 5 milyonu aşkın kişiyi de eklersek, 10 milyona yakın bir toplumsal güç alanının halktan alınan vergilerle ayrılıp beslenerek bağımlı yapıldığı görülüyor. Diğer taraftan CHP belediyeleri için de yerel yönetimler pek farklı bir yerde durmuyor; belediyeler onlar için de halkın ihtiyaçları ve taleplerinden uzak, kamu malını kişisel çıkarlar için kullanan bir rant kapısı. CHP’nin Lütfü Savaş’ı adaylıktan çekmemesi, Hatay halkının iradesini yok saydığını gösteriyor. Biz bu iki pratik arasında bir seçim yapmak zorunda olmadığımızı, başka bir yerel yönetimin, halkçı ve demokratik bir yerel yönetimin mümkün olduğunu savunuyoruz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir